3 Mart 2013 Pazar

15 Ağlatan Film


15 Ağlatan Film

Hüzünlendirmekle yetinmeyip sonunda salya sümük ağlatan filmler:
Gerçi ben en dandirik romantik komedide ağlasam bile bu filmler “ben hiç bir filmde ağlamadım” diye böbürlenen adamın bile boğazında bir yumru oluşturur diyorum. Bakalım neymiş onlar:
Elephant Man - Fil Adam
David Lynch’in ilk filmlerinden olan bu siyah beyaz film, göz pınarlarınızı zorladıkça zorlar, göğsünüzün ortasına bastırdıkça bastırır. O meşhur cümleyle (spoiler) “ben canavar değilim ben insanım!” beklemekten helak olmuş damlalar akıverir gözünüzden, sonu da malum salya sümük şeklinde tamamlanır. Zaten başlıktan da anlayacağımız üzere başka türlü bitmesi beklenemezdi.
Million Dollar Baby - Milyonluk Bebek
Bu filmi babamla izlememin üzerine babamın bana sinirlenerek “bi daha bana böyle filmler izletme” şeklindeki tepkisinden de anlayacağımız üzere, moral bozucu bir filmdir kendisi. Güzel bir şampiyonluk hikâyesi gibi başlasa da sonunda yön çevirerek en depresif şekline bürünür. Ağlamamak için kendinizi kasmak yersizdir artık. Koyverin gitsin sevgili Hilary Swank’in performansıyla.
La Vie Revee Des Anges / The Dreamlife of Angels - Meleklerin Düş Yaşamı
Bu filmi, bir de filmdeki sarışın kızcağıza benzer bir arkadaşınızla izliyorsanız çok daha etkileyici oluyor. Gerçi sarışın hanım kızın yaşadıkları da hepimizin ucundan kıyısından az biraz yaşadığı şeyler olduğu için filmin içinde buluveriyor insan birden kendini. İki öykünün iç içe geçtiği film ilerledikçe daha mutsuz bir hal alıyor ve finaliyle bombayı koyuyor. Nutkunuz tutuluyor, birden ağlayamıyorsunuz; ama düşündükçe işliyor içine insanın.
Boys Don’t Cry - Erkekler Ağlamaz
Film zaten erkek olmak isteyen bir kadının hayatını işlediği için komple iç sıkıntısı yaratacak sahnelerle dolu. Eh bir de bu kızcağız bir başka kıza açık olunca deme keyfine. Sonlara doğru ilerledikçe güzel giden şeylerin nasıl da bozulduğunu, âşık olmanın güzellikten çok sorun getirdiğini görüyoruz ve napıyoruz hep beraber ağlıyoruz hem de ne ağlamak.
Blindness - Körlük
Komple olumsuz bir film kendisi… Başından sonuna kocaman bir insanlık göstergesi… İnsanların ne kadar iğrençleşebileceklerini görüyoruz filmde. Bence çok başarılı bir kitap uyarlaması kendisi; hatta kitabından beklediğimin çok daha ötesinde bir uyarlama olmuş bile diyebilirim. Birden kör olmaya başlayan insanların arasında tek gören kişi olmanın nasıl olduğunu anlatıyor film, sadece sonunda değil; filmin tamamında bir kasvete bürünüyor, yer yer göz dolmaları yaşıyorsunuz.
Lilja 4 Ever - Daima Lilya
Bu film beni çok fazla üzse de tekrar tekrar izlemekten kendimi alamadığım filmler arasındadır.  Bazı filmler vardır sizi o kadar mutsuz eder ki, o filmden nefret edersiniz. “Lilja 4 ever” da işte o filmler kadar mutsuz edebiliyor sizi; ama ona rağmen seviyorsunuz, ya da ben seviyorum diyeyim en azından, belki de çok gerçek olduğundan.
A Ma Soeur / For My Sister - Kızkardeşim
Catherine Breillat’nın bana göre en iyi filmi olan “A Ma Soeur” iki kız kardeşin hikâyesini anlatıyor. Kardeşlerden biri güzel, zayıf, istediği her erkeği elde edebilecek biriyken diğer ise şişman ve içine kapanık. İki kardeş arasındaki diyaloglara, ailenin vurdumduymazlığı arasında yaşanan ergenliklerine ve şişman kardeşin kendi dünyasına tanık oluyoruz filmde. Kısa sürmesine karşın çarpıcı sonuyla uzun bir düşünme süresi veriyor bize, bir de gözyaşları tabii ki.
Abartmadan söyleyeyim baştan, filmin yarısından başladım ağlamaya sonuna kadar ağladım; ama tabi ben abartılı bir örneğim. Bukowskivari başkarakter Bobby Long, biraz edebiyat, biraz blues, biraz da Scarlett Johansson.
Çok sevdiğim bir insan tavsiye etmişti bu filmi bana. Vincent Gallo’yu da çok severim zaten.  Bu filmde de “loser” diye tabir ettiğimiz bir karakteri canlandırıyor.  Obsesif tavırları ve kadınlardan nefret edişiyle acınası bir karakter yaratmış Vincent Gallo. Sonunda da aslında çok ağlanacak bir şey yoktur belki; ama ben ağladım hani. Haberiniz olsun.
Bir Haneke filmi kendisi. Durağanlığı ve sinir bozuculuğuyla zaten hemen etkiliyor sizi. Bir ailenin bilinmezliğin içindeki varoluşuyla başlıyor film, o bilinmezliği biz de yaşıyoruz tüm film boyunca. Filmde bir şeyler oluyor, hem de kötü bir şeyler oluyor evet; ama o kötü şey ne, kimse bilmiyor. Haneke tarzı kıyamet filmi nasıl olur diye merak ediyorsanız işte burada. Sinirler geriliyor, yıpranıyor, bozuluyor en sonunda ipler kopuyor. Niye bu kadar etkilendim sonunda o da ayrı bir olay. Resmen sesli ağladım.
Björk’ün körlüğü nasıl yavaş yavaş ilerliyorsa sizin de ağlama sınırınız yavaş yavaş düşüyor. En sonunda kalmıyor sınır diye bir şey. Gözden akan yaşlara burun çekme sesleri dâhil oluyor.  Filmi izlemeden önce birkaç paket mendil bulundurun yanınızda. Boğazınızın tam ortasına oturup kalıyor.  - (spoiler) Jeff: görebiliyor musun? Selma: görülecek ne var ki?
Sevgili Jeanne D’Arc’ın mahkeme sürecini konu alan filmin eskiliğini göz önünde bulundurursak sessiz film olduğunu belirtmek isterim. Başrolde oynayan oyuncumuz ağladıkça ben ağladım valla ne yalan söyleyeyim. Karşılıklı ağlaştık film boyunca zaten kadının gözünden yaş eksik olmuyordu. Amerikan yapımı savaş ağırlıklı Jeanne D’Arc filmlerini bir kenara bırakmak gerekirse; ki bırakalım zaten, çekilen en iyi Jeanne D’Arc anlatımı.
Kate Winslet’a tekrar tekrar hayran olmamı sağlayan bir diğer film işte. Mahkeme sahnesi diyorum başka da bir şey demiyorum. Orda başladım ağlamaya, sonra sonlarında bir zirve yaptığı an var, ondan sonra hem film bitti hem ben bittim zaten. Kate Winslet ölürse napıcam onu düşünüyorum asıl.
Bu masalsı bilimkurgu filminde sizi duygusal açıdan vuran o kadar çok sahne vardır ki, üzülmekten ağlamaktan filme konsantre olamaz insan. Tamam, mesela “Dancer In The Dark” da böyle bir film yani tamamen trajik, hüzünlü, ağlak; ama hikâyenin şekillenişiyle bu sırıtmıyor. “Artificial Intelligence” filminde ise duygusal sahneler sizi öyle bir domine ediyor ki allak bullak oluyor insan. Ben bu filmi ilk çıktığında sinemada izlemiştim, küçüktüm o zamanlar, kendime gelememiştim bir hafta valla. Zaten filmde de ağlamaktan gözlerim şişip kızarıp saçma sapan bir hal almışlardı. Of neyse sinirlerim bozuldu yine.
Listenin en damar filmlerinden biri olan bu filmi sona sakladım. Kendisinin çok büyük yeri vardır bende. Anne kavramının hayatımızda ne kadar büyük bir değerinin olduğunu hatırlatan, duygusallık havuzunda binlerce kez yüzmüş ve iyicene ona bulanmış bir filmdir. Çok doğrudur çok gerçektir, son karesi beni bitirir.

Kaynak:http://www.resetmagazine.net/

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder